Bu Blogda Ara

5 Eylül 2012 Çarşamba

BİR KAHVE LÜTFEN

Yaşamak için değil, yemek için yaşıyoruz.

Günümüzde biz insan denen canlılar yaşamak için yeme ve içme gibi ihtiyaçlarımızın kontrölünü kaybetmiş durumdayız. Artık yemek için yaşıyoruz, her yerde bir şeyler yiyoruz. Sabah uyanıldığında ne yiyelim düşünceleri hemen başlıyor. Sabah kahvaltıları keyfen yapılıp, kahvaltı seansları düzenleniyor.

''Hadi kahvaltıya bize gelin,'' ya da

''Kahvaltıyı dışarıda bir yerde mi yapsak?''

Park mı istersin deniz kenarı mı, ormanlık alan mı? Ha buralara gidemiyor musun? Ön bahçe de olur. Kahvaltıyla iş bitse iyi, biraz sonra geldi kahve saati. Öğleni, ikindi çayı, akşam yemeği, ara öğünleri v.s.

Bir arkadaşınla oturup dertleşmek istiyorsun, "Gel şurada oturup bir şeyler içip konuşalım," veya "Akşama bir yerlere gidip bir şeyler yiyelim, dertleşiriz" gibi sözcükler oturur hemen yerine. Yemeden içmeden konuşma olmuyor ya!

Evin hanımı dertli komşular gelecek, "Ne yapmalı? Vakit de az, çok çeşit olmalı," doğru mutfağa kurabiyeler, kekler, pastalar... Çeşit çok olmalı ayıp olur yoksa. Ama yine de sunumda "Kusura bakmayın fazla da bir şey yapamadım," denir her nedense. Gelen komşuların durumu da daha değişik, "İkramda neler var acaba?" dır zihinlerden geçen.

Bilinen en basit kekin bile tarifi istenir, "Çok güzel olmuş, ben de tarifini alayım."

Çocukları parka götürmek zevktir de illâ çekirdek yenecek banklarda otururken. Çocuklar kum havuzunda, büyükler çekirdeğin başında. Bankların altı çekirdek kabuklarıyla kaplanmış içler acısı. Simitçisi, helvacısı, pamuk şekercisi zaten park girişini parsellemiş durumda. Gözlerini dikmiş çocukların yaygarasını bekliyorlar.

Yollar derseniz yiyecek ambalajlarıyla kaplı. Ye at, iç at!

Şehir içi otobüsleri, en fazla bir saatlik yol ama olmaz, su almalı bulunsun! Duraklar ufak pet şişeleriyle dolu, durakta suyunu içersen durağa, otobüste içersen otobüse atarsın pet şişeni fark etmez, aman yeter ki susuz kalma!

Yürüyüş yapacaksın elinde pet şişen muhakkak olacak. Pet şişesi baston oldu artık onsuz yürünmüyor. Yürürken su, bir yerlerde oturacaksan kola. Boş geçmesin zaman, neme lâzım!
Sinama, tiyatro salonları çözüm saydı kabuklu yemiş yasakladı. Bizler durur muyuz patlamış mısırı icat ettik hemen, seyrederken bir şeyler yemek lâzım. Mısır kesmez, antrakta bir şeyler yenir, yenmese de içilir.
Bayram olur kapıya gelen çocuklara şeker veririz. Kitap verecek değiliz ya, zaten versek de
ne derler eve gidince, "Bayramda ne kitabı? Bir şeker de mi veremediler?" Kurban bayramı evrim değiştirdi zaten bir telaştır gidiyor. Kurban yerine ulaşmıyor artık, çünkü evlerde 'no frost'lar var. Koy dolaba altı ay rahatız . Yemek için yaşıyoruz ya altı ayı da garantiledik!
Çarşılar açılır 10 km arayla, içine gir 3 dükkan 13 restorant.
türk kahvesi ve çiçekler ışıltılı resim, Turkish coffee and flowers, sparkling imagesKitapçıda en çok satılan da yemek kitapları.
Akşama yemek mi yok? Telefon et ya lahmacuncuya ya da pizzacıya.
Kaç kişi hastanede yatan hastasına kolanya, çiçek götürüyor ki? Yol üstündeki pastaneden alınan kurabiye daha iyi tabi ki.
Buluşma yeri olarak o ağacın altından vazgeçildi.
''Kafede buluşalım,''
''Çay bahçesinde buluşalım.''
15 dakikalık vapur yolculuğunda çay, simit, 45 dakikalık feribot yolculuğunda meyve suyu sandviç, 1 saatlik uçak yolculuğunda yemek.
Yemek için yaşıyoruz ya saymakla bitmez ve bu yazı uzar gider.
Ben en iyisi burada bitireyim de gidip kendime bir kahve yapayım.:)








LİMANLARLA DOLU HAYAT


'Bir limandır hayat' mı denmeli yoksa 'limanlarla dolu hayat' mı?
İşte size düşündürücü bir soru.

Hayat bir limansa uğrak alanları karaya kayar mı yoksa
limanlarla doluysa hayat, bir okyanus mudur?

Birbiri içinde derinleşen soruları düşünürken isterseniz
Yahya Kemal Beyatlı'nın ünlü 'Sessiz Gemi' şiirine bir bakalım.

SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.







Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Hayatı bir liman olarak baz alırsak Yahya Kemal Beyatlı'nın Sessiz Gemi'sinin izinden gideceğimiz aşikardır. Ancak hayat limanlarla dolu dendiğinde şairin anlatmak istediği ile uyuşmamaktadır.

Limanlarla dolu hayatta yol alırken seçimlerimiz ile karşı karşıya kalırız. Her seçim bizim için bir liman demektir. İnsanoğlu limanda kendisini ne beklediğinden habersiz kararlarıyla demir atar. İşte hikayeler böyle başlar.

Keşfedilmeye hazır her liman insanoğlunun gözünde umutlarla dolu bir yerdir. Bu ise insanoğlunu o limana çekmek için büyük bir sebeptir. Umut insanoğlunun en büyük silahıdır. Bu silahı iyi ya da kötü amaçla kullanmak sizin elinizdedir, bu silaha aldanmak da...

Hikayelerin getirdiği tecrübeler sizin için bir kazançtır. Tecrübeler iyi yada kötü hikayeler sonucu elde edilmişlerdir. Ancak tecrübeler her zaman iyidir. Kötü tecrübe yoktur. Limanlarla dolu hayatta her liman bir tecrübedir.

Gerçek şu ki, limana atılan demirin alınması zamanı her zaman mevcuttur. Okyanus olan hayatın bir limanından aldığınız demirle çıktığınız yolda yine kendinizle kalırsınız. 'Ben ve içinizdeki ben' şeklinde ifade edilebilir bu durum.

Hayatın uğrak noktaları olan limanlarda mendil ve kol sallanan gemiler de görürsünüz, hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce yol alan gemiler de... Henüz siz limandayken baktığınızda yola, dalgalar vurur kıyılara. Lodos varsa şayet, var mıdır sığınacak bir liman oralarda? Yoksa dalgalara dayanabilecek kadar güçlü müdür gövden veya yırtılmayacak kadar sağlam mıdır yelkenlerin?

Öyle anlar gelir ki limandan seyrederken okyanusu lodos size karşıdır. Buna rağmen oradan demir almak düşüncesine sahip olabilirsiniz. Bunun sebebi o limanın lodosa dayanıklılığı sorunsalıdır. Buradan hareketle her limanın sığınılacak liman özelliğine sahip olmadığı görülmektedir.
''Lodos varsa şayet, var mıdır sığınacak bir liman oralarda? Yoksa dalgalara dayanabilecek kadar güçlü müdür gövden veya yırtılmayacak kadar sağlam mıdır yelkenlerin?''




Can Yücel - Aşkın Tarifi

O’nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz..
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
okusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyece
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde yarın sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Yazdıklarımı boşver . . . Yazıp yazıp sildiklerimi bir görsen !'


Dibe vurduğunu sanıp, bir dip daha olduğunu, sabrımı taşırınca keşfedecek insanlar var. 
Şimdi susuyorsam asaletimden felan degil! Ummadığı taşların başlarını yaracağı günü beklediğimden. 
Budur



Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Birçok krallar, derebeyiler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevkii, makamı ile övünmesi neye yarar? Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendisi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar?




Aşk...
Aşk başkadır adamım
Bazen fırtınalı deniz
Bazen durgun ırmaktır
Sıkı bir poyrazdır aşk
Bazen güneşsiz sabah
Anlamsız zamansız binlerce hecedir bazen
Oturup düşüncesizce şiirler yazmaktır
Ağız dolusu tebessümler takınıp
İnadına inadına yaşamaktır...

Aşk başkadır adamım
Bazen uykusuz gece
Bazen rüyasız uyku
Adreslenmiş binlerce fotoğraftır
Hoşcakalların gölgesinde
Sevgiliyi düşünmek
Bazen onsuz kalmaktır
Uçmaktır bazen gökyüzünde kanatlanıp
İnadına inadına yaşamaktır...

Aşk bambaşkadır adamım
Gülümsemektir
Selam vermektir tanıdık tanımadık herkese
Ağaçlarla konuşup, çiçekler koklamaktır
Yolların farkedilmezliğidir bazen
Engellerin aşılmışlığı
Irakların hoş gelişidir
Bazen ışıldayan birçift göz
Bazen neden söylendiği belli olmayan
Bir çift sözdür
Haykırmaktır avaz avaz
Seviyorum diye
Hayatın zevklerini tatmaktır
İnadına inadına yaşamaktır...


İmdat Özcan

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Demiri yumuşatan, taşı eriten, ölüyü dirilten sevgidir



Çevremize baktığımız zaman, her şeyin sevgi üzerine yaratıldığını, sevgi düşünüp sevgi konuştuğunu görürüz. Sevgi, varoluşun sebebidir. Her şey sevgiden doğmuş, sevgiyle var olmuş, sevgiyle varlığını sürdürmektedir.

Sevgi, sevenle sevilen arasında meydana getirilen bir ittifaktır.

Sevgi, kalpte bulunan, sevgilinin arzu ve isteklerinin dışında kalan her şeyi yakan bir ateştir.

Sevgi, bütün benliğinle sevilene yönelme olayıdır.

Sevgi, kökü son derece sağlam, dalları göklere yükselmiş, meyveleri gönülde, dilde ve uzuvlarda görülen hoş bir ağaçtır. Dışa akseden bu belirtiler, dumanın ateşe, meyvenin ağaca işareti gibi kalp ve uzuvlarda etkisini göstererek sevgiye işaret eder.

Sevgili Peygamberimiz (sav) ise; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız.” “Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini, kardeşi için de sevip istemedikçe gerçek mümin sayılmaz.” buyurarak, sevgi ve kardeşliği öğütlemektedir.

Yunusumuz; “Gelin tanış olalım, sevelim sevilelim.” diyor, insanlık bu bilince eristiği gün; geceleri gündüzleri kadar aydınlık, gündüzleri de cennet bahçeleri kadar huzurlu olacaktır. Fizik aleminde yerçekimi kanunu ne ise, insanlık aleminde sevgi de öyledir. Sevgi birleştirir, kin ayırır.

Fazilet bahçesinde, insani değerlerle olgunlaşan sevgi güllerini, özenle toplayıp, susamış gönüllere dostluk pınarlarından kana kana sunduğumuz gün, topyekun insanların bayramı olacaktır.

Ahlak duygusunun çiçekler gibi açtığı, hoşgörünün bayraklaştığı, adaletin tuğ’laştığı ve yediden yetmişe bütün insanların dostluk içerisinde kucaklaştığı ortamı hazırladığımız gün, hepimizin bayramı olacaktır. Böylece hem özlediğimiz sevgi dünyası kurulacak, hem de bütün insanlık huzur bulacaktır.

Mevlana’nın ifade ettiği gibi sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür. Demiri yumuşatan, taşı eriten, ölüyü dirilten sevgidir.

Bu evrende her şey, ama her şey sevgi düşünür, sevgi konuşur, sevgi vaat eder. Bu itibarla, kainata bir sevgi yumağı gözüyle bakılabilir. Ayrı ayrı ses ve soluklar, tek ve çift bütün nağmeler öyle bir ritim içinde akıp gider ki, bunu görmemek ve anlamamak mümkün değildir. Bütün bunlar gösteriyor ki kainatta her şey sevmek içindir ve hayat sevgiden ibarettir.

Kuran’ın tarif ettiği Müslüman, ask ve sevgi insanidir. Maide Suresinin 54. ayetinde “Allah onları, onlar da Allah’ı sever.” buyrulmakla, sevginin ve aşkın Müslüman’da bulunması gerektiği, bunlar Müslüman’da bulunduğu takdirde Yüce Allah’ın mutlaka karşılık vereceği belirtilmektedir.

Biz bu özelliği taşıyan insana “mümin-i kamil” diyoruz. Mümin-i kamil, bir merhamet, şefkat ve sevgi sembolüdür. Kuran-i Kerim mümin-i kamili; “İman edip Salih ameller isleyenlere gelince; halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükafatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır…” diye tarif etmektedir.

Kısaca özetlemek gerekirse, insanin kendini bilmesi, kendi benliğine kavuşması, aslî benliği olan Rabbine ulaşabilmesi için tek çıkar yol vardır, o da sevmek ve sevilmekten geçmektedir. İnsan, sevgiyle gerçek aska ve nihaî gaye olan Rabbine ulaşır.

Sevmek vazife, sevilmek imtiyazdır.



ALINTI